Geçen sene üniversitede derslere girmeye başladığımda, ilk derste sevgili öğrencilerime sınıf bilinci (bunu “derslik (classroom) bilinci” olarak algılamıştı kimileri, halbuki çoğu harçlığını çıkarmak üzere patronların altında ezilerek çalışan öğrenci emekçilerdi) kazanıp kazanmadıklarının yanı sıra mezuniyetten sonra ne yapacaklarını, ülkede kalıp kalmayacaklarını da sormuştum. Dil-edebiyat öğrencilerinin yurt dışına taşınması biraz zor, ama anlaşmış gibi gideceğiz, tabii ki, demişlerdi. Peki bu soruya kalacağım, diye cevap veren neden az bulunuyor? Yurtdışına taşınmanın başarı olarak görüldüğü bir çağdayız da ondan. E kimse kalacağım, diyerek başarısız olacağını ikrar etmek de istemez. Gideceğiz o yüzden. Çünkü, başarılı olmamız lazım.
Son on yılda tanık olduğumuz; mühendislerin, doktorların ve yazılımcıların başını çektiği yurt dışına taşınma furyası (sosyal medyada bu hikayelerin bir başarı olarak gösterildiğinden de hareketle) toplumumuzun algısına (veya benim algıma), kalışın başarısızlık anlamına geldiğini iyiden iyiye yerleştirdi. Öyle ya, giden gidiyor, ülkemiz de gideni kaybediyordu. Üniversiteye girişten itibaren başarı bekleyenler böylece mezuniyetten sonra bir başarı ölçütü daha ekledi kendine: Yurt dışına taşınmak. Ben de ekledim.
Mezun olduktan sonra iki yıl Rusya’da kaldım yüksek lisans için. Bitirdikten sonra doktora programına başvurdum. Hem Almanya’ya hem de Rusya’ya. Olmadı ikisi de, ama gocunmadım hiç, sonuçta benden başarılı olanlar da vardı. Döndüm Türkiye’ye, çünkü nereye döneceksin başka? 2019 sonunda İstanbul’a yeniden yerleştim. Beşinci yılın içindeyim. Tam zamanlı bir işim var, çevirilerim var. Aç değilim, açıkta değilim. Bunları bir bağlam kurmak için anlatıyorum. Zira ilk yıl “zaten gideceğim” diyerek, tuttuğum eve neredeyse hiç eşya almadım. Temel malzemeler sadece... Gideceğim ya zaten, fırın da olmayıversin. Zaten taşınacağız, koltuk da ikinci el temiz olsun, satacağız. Halıya da ne gerek var, gideceğiz işte. Hem süpürmesi daha kolay. Gitme fikri hep aklımın bir kenarında. Bağlama hayatını buraya…
Bu “taşınacağız zaten” hissinin büyük bir dezavantajı var. Bulunduğun yere ait olamama, yaşadığın yeri sahiplenememe hissini getiriyor beraberinde. Evinde rahat değilsin, çünkü taşınacaksın, mahalleyi sahiplenemiyorsun, çünkü taşınacaksın. Bir gün taşınacaksın işte, bağlanmaya gerek yok. Tabii pandemi patlayınca bizim o hayali taşınma/gidiş de uzadı, bugünlere geldik, evlendik, ama hala “taşınamadık.” Ha taşınamayınca evi de doldurduk, istediğimiz gibi döşedik ama hala bir şeyler eksik.
Sadede geleyim, beş yıldır üzerimde bir yurtdışına taşınma baskısıyla yaşıyorum. Taşınamamazlığın getirdiği başarısızlık hissi diyorum buna. Atıldığım işlerde, okuduğum okulda çok az başarısız oldum. Bunu övünmek için söylemiyorum, gerçekler böyle. Hiçbir başarısızlığım da beni yıpratmadı, gocunmadım bunlardan, ama “bu taşınamadık işte” başarısızlığının beni kaygılara gark ettiği, ne olacağız endişesiyle uyuyamadığım, sinirlendiğim ve öfkelendiğim çok oldu, ara ara da oluyor. Çünkü bu taşınma hedefine bir türlü ulaşamadım, ulaşamıyorum da. İşlere başvuruyorum, olmuyor, çünkü çevirmen olarak yurtdışına yerleşmek biraz zor. Zaten dilini bildiğin ülkede, o dili bilenler yaşıyor, şansın düşük. Öğrenci olarak gidip kalsan, okumak istemiyorum artık. O defteri kapattım, üretmek, yetiştirmek istiyorum.
Peki ben artık bu hedefe ulaşmak istiyor muyum? Emin değilim. Ulaşsaydım mutlu mu olacaktım, ona da emin değilim. Bence olmayacaktım, Türkiye ne halde olursa olsun, hayatım bundan daha iyi olmayacaktı. Belki göçmen olacağım için daha da kötü olacaktı. Sağın yükselişine, Avrupa’nın Ukrayna’dan ve Filistin’den dem ırkçılığına ve ikiyüzlülüğüne yakından tanık olduk. Burası ileride oradan iyi olacak mı, ona da emin değilim tabii. Kedi ulaşamadığı ete mundar dermiş, diye yurtdışına taşınamadığım için Avrupa’ya veya gidenlere çamur atmak niyetinde değilim. Sadece bir yere ait olamama ve mekânın beni sarıp sarmalayamama, kendimi mekana bırakamama hissinden; son yılların getirdiği, sosyal medyada gidip de “başarılı” olmuşların hikayelerinin ve Türkiye’nin ekonomisinin durumunun iyice harladığı, diğer ülkelerdeki “medeniyet” var, fikrini de harmanladığım bu taşınma baskısının getirdiği başarısızlık hissinden iyice yoruldum. Başka yerde yaşasaydım da yorulurdum (Rusya’da geçirdiğim iki senede de aynısı olmuştu zira). Hepsi bu.
Bu durumda soruyorum kendime. Ülkedeki şu an görece başarılı tutunuşumun, yukarıda tarifini verdiğim hissi alıp götürmesi, azaltması lazım değil mi? Azaltıyor mu? Hayır. Ama azaltmalı. Çünkü ancak bu baskıyı yendikten sonra kalışı ve gidişi eşit kefelere koyup dosdoğru tartabilir, hangisi ağır basıyor görebilirim. Ancak o zaman ikisi arasında sağlıklı bir değerlendirme yapabilir, kesin gitmek veya kesin gitmemek arasında bir karar verebilirim. Kalışımın başarısızlık getirmediği fikri üzerine çalışmak, bağları ve aidiyeti yeniden kurma niyetindeyim. Bunu kurabilirsem buradaki “başarılarımın” da değerini anlayabileceğim. Çünkü biri diğerinden ağır gelince, denge bozuluyor, sahip olduklarımı da göremiyorum. Ardından bir gün taşınırsam, bu hayatın doğal akışı içinde gerçekleşecek, sırf hırsla öyle istediğim için olmamış olacak. Rahatlayacağım.
Bu arada, “buraya aitim” hissini yaşadığım tek bir yer var dünyada. Şimdiye kadar hiç değişmedi. Yenisini de bulamadım. Sandıklı’daki evimiz... Sırf bu hissi yeniden yaşayayım diye her tatilde memlekete gidiyor, o evin bir koltuğunda huzurlu bir ikindi uykusuna dalıyor, çocukluğumda kompostoya kazanların kaynatıldığı, salçaya domateslerin, kurbana koyunların kesildiği bahçesindeki vişneleri topluyor, çarşısında geziyor, yemeğini yiyor ve geri geliyorum. Oblomov’un çocukluğunu geçirdiği köydeki o esrikliğin daha sonra hayatına nasıl da sirayet ettiğini, sürekli neden o esrikliğin peşinde koştuğunu da böylece bir daha anlamış oluyorum. Orada beni sarıp sarmalayan memleket hissini de her yerde bu yüzden arıyorum, beşinci yılımı doldurduğum bu evde dahi aynısını bulamıyorum. İşte bu kalışın getirdiği başarısızlık hissini giderebildiğimde -ki bu niyetteyim- bulunduğum yere ait olmayı da öğrenmiş olacağım belki de.